Örgütün teorik lideriydi; yalnızlık içinde öldü!

Haydar Karataş kullanıcısının resmi
Hollanda'dan Ertekin'in gönderdiği bir maille öğrendim onun öldüğünü. Meğer yalnızlık içinde ölüp gitmiş, elbette çok yakın dostları olmuştur etrafında, onu seven dar bir çevre. Ancak ömrünü verdiği, belki de en güzel günlerini uğruna harcadığı örgütü onu dışlamıştı.

Bu öylesine bir kederdir ki, belki de Türkiyeli devrimcilerin en berbat yanıdır. Yiğittir benim ülkemin devrimcisi, mert ölür ama gelin görün ki, en liberal devrimci örgütü dahi kendi içinde bir “gizli düşman yaratır” ve onu yalnızlıkla cezalandırır. Koparır mücadelesinden.

Onların kaderlerini görünce, vay anam vay der insan!

Çoklar o kadar çoklar ki, her biri maddenin en değerli damarı gibidir.

Ben devrimciliği bu yalnızlıktan öğrendim. 1987 yılında ölen şu Berkin yaşındayken İstanbul’a gelmiştim, zaman işte. Romanlar okumak yetmiyor, teorik kitaplar yasak. Ancak yasak olan her şey yer altında kopyalanıyor, elden ele dolaşıyordu.

Sır sanki o gizlilikteydi. Önce Doktor Hikmet’i keşfettim. Doktor Hikmet’in maşallahı var, her konuda yazmış. Sadıkta bir taraftar kitlesi vardı. Bugün aklımda kalan onun her sayfada kapitalizmi birkaç kez gebertmesiydi!!!

Siyasi dernekler daha çok Aksaray çevresindeydi. Sanki bütün “illegal dünya” orada dönüyordu. Yeni yeni kurulmakta olan siyasi dergilerin pek çoğu ise Cağaloğlu’ndaydı. Büyük gazeteler de ağırlıklı olarak oradaydı.

Diyarbakır, Mamak, Metris gibi cezaevlerinde yatan devrimcilerin 12 Eylül savunmaları, içinde yaşadığımız o dünyada pek kıymetli metinlerdi. Her çevrede öyle mi gelişti bilmiyorum, ancak bir siyasi akıma yakın hissetsek de kendimizi her örgütün savunmasını okurduk. Tabii ne demişten ziyade, eleştirmek için! Derin dogmalarımız vardı. Bir zihin işgale uğradıktan sonra okusanız da kuru otu kıpırdatmaz!

Zor durumdaydık. İbrahim Kaypakkaya ideolü kafamda oluşmuş ancak onu “köylü devrimcisi” gören çevrenin yarattığı bir su-i tefehhüm hali de mevcut. Bu algıyı kaldırmak için Diyarbakır bilmem hangi cezaevinin savunması yetmiyor, o daha çok politik bir duruş. İşte onun ismini ilk bu çıkmazda duydum. Ülkenin sosyo-ekonomik yapısını anlamada zorluk çekiyorum her dediğimde. Büyük ablalar, ağabeyler yüzünü ekşitir, o nasıl olur dercesine:

“Yoldaş sen Erhan Gencer’i okumadın mı,” denirdi?

O kim ola? Kulaktan kulağa ismi fısıldanan ama kendisi olmayan o büyük devrimci kimdi! Her yerde karşıma çıkardı, görünüşe bakılırsa benim dışımda herkes okumuş, örgütün ideolojik çizgisini kavramıştı...

Yani Kaypakkaya geleneğinin dermanı oydu.

Harıl harıl Erhan Gencer aramaya başladım. Deseler bunu elde etmek için Gayrettepe’ye girmen lazım, oraya girmeye dahi hazırım, yeter ki okuyayım!

Hiç unutmam, Beyazıt’ta Çorlulu Ali Paşa Medresesi diye bir yer vardı. (hâlâ durur mu bilmem…) Oraya gittim, YARINCILAR dediğimiz bir genç grubun önde gelenlerinden biriyle görüşeceğim ve Erhan Gencer’in bu gizli kitabının nüshalarını alacağım. Ne alakaysa, ama bu yasaklı kitabın kopya nüshası ondaydı. Randevu ayarlandı. Neticede Çorlu Ali Paşa Medresesi’ne gittim. Salih geldi. 25-30 yaşlarında bir adamdı. Biz hoş beş ettikten sonra sevgilisi geldi, siyahlar giymiş bir kadındı. Benim yanımda sevgilisini dudağından öpen ilk devrimci o kadındı. Sevgilisinin dudağına eğildi hafiften öptü, saçlarını karıştırdı Salih’in.

“Köpek gibi yoruldum,” dedi.

Salih,

“Çektin mi,” dedi.

Kadın çantasından çıkardığı bir deste fotokopi kâğıdını elime tutuşturdu.

“Ben Ders notunu parayla veriyorum,” dedi.

Yani kopyalanmış ders notuydu hesapta. Oysa Erhan Gencer’di.

Gizli kapılar ardındaki örgütün en önde gelen fikir babasıydı.

12 Eylül’ün generalleri bu büyük yeteneği yok etmek için elinden geleni yapmışlardı, ancak esas darbe başka bir yerden gelmiş ve uzun hapislik sonrası çıktığı Avrupa’da onu izole etmişti.

Benim dönem devrimcilerinin pek çoğu onu okumuştur. Bazısı ondan öğrenmek için, kimi Maocu akımın bu radikal sol kanadını eleştirmek için, amma ille ki duymuşlardır. Onun yazdığı kitap –lar- Bizim illegal dünyamızın başucu kitabıydı.

Ne büyük heyecanla okumuştum Erhan Gencer’i, ne büyük bir aşkla.

Hepimizin ilahıydı!

Duydum yalnızlık içinde ölmüş. Bu büyük devrimciyi Türkiyeli solcular tek bir seminere çıkartmadı. Onun bu dünyaya nasıl baktığını 34 yıldır hiçbirimiz bilemedik. Okurmuş çok okurmuş. Muhtemelen o sessizlik içinde yazmıştır, hiçbir şey yazmamışsa dahi mutlaka bir şiir çiziktirmiştir, defterine bir anıya dair gözyaşı dökmüştür.

Kör ölür badem gözlü olur derler ya. Gencer’in arkasından yazanlar onu yapmış. Meğer ne büyük komünistmiş, ne büyük!

Erhan Gencer’in o elden ele dolaşan kitabını yasakladı.

Yani fiili olarak hâlâ yasaklıdır Erhan Gencer. Benim kuşağımın küçük bir kesimi ondan öğrendi hayatı. Kopyaladı, elden ele dolaştırdı. Örgüt sansürünü aştı, yeni kuşaklar o ölünce adını duyuyor.

İşte o Erhan Gencer bütün bu olanları protesto etmek istermiş gibi ölüsünü İstanbul’dan kaldırıp Almanya’nın Freiburg kentine getirilmesini istemiş.

“Yakın beni,” demiş. “Yakıp küllerimi ülkemin bozkırlarına serpin.” “Vardım, ama binlerce devrimci gibi yok saydınız. Yakın ne izim kalsın ve ne de varlığım,” demeye getirmiş.

1968 ve 78 kuşağının sürgün devrimcileri yaban ellerinde yalnızlık içinde bir bir ölüp gidiyor.

Ölürken dahi akılları gençlik yıllarını verdikleri örgütlerinde...

Türkiye Devrimci hareketinin, buna Kürt hareketini de dâhil etmek lazım. En büyük çıkmazı bu vefasızlıktır.

Oysa mağluplar vefalıdır demiş büyük yazar!

Hani nerede o vefa…?

Özgürlük için devrim gerekebilir ama vefa denen şeyle insanoğlu yaradılışından bu yana kardeştir.

Erhan Gencer’e şöyle büyük komünistti bilmem neydi demek yerine onun yasaklı kitaplarını bassınlar, varsa anıları onları da çıkarmak lazım. Yeni kuşaklar kendi devrim aklını kurarken, geçmişin bu acısını geleceğe taşısınlar.

Erhan Gencer'in cenazesini Türkiye'den bir uçağa koymuşlar, yakmak için Avrupa'ya getirmişler. 22 Mart günü Freiburg şehrinde yakılacakmış!

İçimden gelmiyor gitmek, ama olur da kitaplarını basarsanız onun kitaplarının içeriğine dair yazabilirim.

Benim dünyamda örgütlerin, partilerin bir önemi yok. İnsan her şeyin üstündedir, örgütler tek bir insana dahi acı verirse yıkılıp gitsin. Yeter ki kanamasın tek bir yürek. Yasaklanmasın fikirler.

Yoksa bu zalimliğe karşı çıkmanın manası olmaz...

Gerçi şu DHF’li gençlerin her biri pırıl pırıl gençler o dünyada habire kalıplar kırıyorlar, yenilikler yapıyorlar. Beklentim onların Erhan Gencer’e konan bu gizli yasağı kaldırmaları. O yasaklı eseri basmalarıdır. Yoksa anıları, onu tanıyan arkadaşları onu yazsın. Bu büyük sansür bir daha uygulanmasın kimseye.

...

En iyi arkadaşı tarafından yazılmış bir mesaj. İyisi bu notla bitireyim:

“Erhan Gencer'i kaybettik. Süleyman Cihan ile birlikte bizi sürekli ziyarete gelirdi. Niğde Cezaevindeydik o zamanlar. Gencer, iyi bir teorisyendi. Pürüzsüz ve munis konuşurdu. Saf teori ile genel kültür iç içeydi ve bu durum hoşuma gidiyordu. İyi bir çevirmendi aynı zamanda. O geldiğinde ben dinlemeyi tercih ederdim. Marksizm’i dogmatik bir tarzda savunurdu. Mülayim ve kibirsizdi. Ama inatçıydı. Kariyeri, gösterişi pek önemseyen bir adama benzemiyordu. Almanya’da, Frankfurt çevresinde, bir yerlerde inzivaya çekildi. Kitapları ile baş başa, iddiasız yaşadı. Kişiliği ve bilgisi güçlü bir komünist. Öldü. Hepimiz öleceğimiz için ölüm sorun değil. Yeter ki Erhan Gencer gibi kişilikli, bilgili, dervişane bir yaşam çizgisiyle çekip gidelim… Muzaffer Oruçoğlu”

Haydar Karataş, Zürich

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...