Önce izlemekle başlayacak her şeye, bir şeye anlam veremeyecek, bazen gülecek, sık sık da ağlayacak. Sonra pembeden beyaza elma çiçekleri gibi emekleyecek, yarım yamalak iki dişi belirince de ‘hımm tamam büyüdüm` diyecek. Belki de benden korkup elini kaptırmamak için tetikte olacak hep. Sesleri heceleyene kadar bal damlası gözleriyle koyu sohbetlere dalacak benimle. Serpildikçe de dalından sarkan bir çift kirazı dişlercesine ısıracağım onu. Ağlarsa ağlasın yaramaz. Kendince öç almak için 'moruk' dese de kızmayacağım, ‘‘Ziyanı yok‘‘ deyip geçeceğim. İnadına ‘‘balım‘‘ diyeceğim ona. Gözleri, süründüğü mesafeye bakıp dünyayı dolaştığını sanarak, yeni doğmuş kedi yavrusu gibi kıpır kıpır edecek. Gamzelerinden çiçekler eksilmeyecek. Kelebek sürüleri ve bal arılarıyla paylaşacak yüzünün bahçesini. Gülümü nergislere gösterip `Bakııın bu da benim gülüm` diyeceğim. Serçe kadar boyuyla kafa tutacak evdekilere. Tombul, minnacık elleri, etli dudaklarıyla somurtacak önüne gelene. ‘‘Ahh bir de yürüyebilse...!‘‘
Yüzümü ısırıp öpmeye çalışacak ama beceremeyecek. Beceremeyince de gövdemi bir böcek gibi tırmanıp omuzlarıma çıkacak. Başarının sevinciyle tepeme çıkıp hınzırca sırıtacak. Ben ve o doğayı keşfe çıkacağız. Karıncalarla konuşup sincaplarla zıplayacağız. Kirpileri, ağaçları, arıları çiçekleri, balıkları ve suları pek seveceğiz. Kızım minnacık elleriyle mehtaba dokunup selam salacak Ay Dede’sine. Şarkıların en güzelini doğanın kendi sesinden dinleyeceğiz. Kurdun, kuşun, yağmurun ve rüzgârın sesinden…
Büyüdükçe tombul gölgesine bakıp “Bu da ne?“ diyecek. Kuşkuyla süzdüğü şeker tombulu arkadaşlarıyla önce oynamayı, sonra toplaşıp çekirge sürüsü gibi bahara dalmayı deneyecek. Göğün mavisine sarmaşıklarla tırmanıp yüzecek… Rüzgârı peşlerine takıp hep birlikte Zeze‘yi ziyarete çıkacaklar. Şeker portakalı Xururuca‘ya binecek, ışık yığınları arasında saklambaç oynayacaklar.
Dağların doruklarında gezecek. Rüzgâra, annesinden aldığı kıvrımlı saçlarını taratacak. En çok da kendisi gibi dişsiz ninesine benzeyecek. Bir yanı burada çiçekleri sularken, diğer yanı Engizek‘te uğultuyla dans eden ardıç ağaçlarına karışacak.
İnsanlığın sürdürdüğü bu dev yürüyüşe onun da ayak izleri karışacak. Minnacık iki ayak izi. Bugün değilse de zamanı geldiğinde bir kertenkeleye bakıp dinozorları hayal edecek. Okyanusa; tek damladan, çığlara; minik kar tanelerinden bakacak şekerim. Kürt de olacak, Alevi de… Güneşin her rengini taşıyacak kızım. Keşfedilmemiş renklere bulayacak fistanını. Yereli de olacak evrenseli de. Sofulu da, Wollishofunlu da… Maraşlı da Zürichli de…
Güzel kokuları bayılacak kızım. Yüz bin yıl öncesinin kirlenmemiş kokularını taşıyacak bana. Çok şey öğreneceğim kara salkımımdan. Mesela, yarım kalmış Almancamı, internet denen şu zımbırtıyı ve de sol elimle çatal tutmayı… Gülünce gül kokmayı, rüzgârda yürümeyi, mehtapta iz bırakmayı, kirlenmemiş gözlerinden aşkı…
Ağzı laf yaptığında, felsefeyle tanıştığında çatışacağız onunla. Adım gibi biliyorum bunu. Ama bileceğiz ki, en güzel aşklar, en güzel kuşaklar ve de en güzel çiçekler kavgadan çıkar. Ötesi kısırlığa uzanan çöldür.
Haci Çakı
Not: Kara salkımım doğdu. (12 Şubat 2014, saat 9.30)