ADIM ADIM KATLİAM (4)

Ali Rıza Aksın kullanıcısının resmi
25 Aralık. Askerler, şehirde mahsur kalanları gruplar halinde köylerine götürüyorlardı. Sıra bize geldi. Öğleden sonraydı. Bizi götüren kariyer, Endüstri Meslek Lisesi'nden, kaleye bitişik ara caddelerden Uzunoluk’a indi. Önde şoförle teğmen, yanımızda iki asker…

Taranma korkusu içinde ilerliyoruz. Taş yapılı eski bir evi geçerken, kafesli penceresinden, ince, esmer bir gelin, sağ yumruğunu sol avcuna vura vura küfretti bize. Uzaktı, ne dediği anlaşılmadı. Musa Dayı, arka kapağın üstünden bacağını uzatmakla yetindi. Mesajı alan kadın, başı kopmuşçasına çırpındı. Askerler, bu sessiz filmden habersiz, Musa Dayı'ya baktılar.
Kapıçam'a yetiştiğimizde kurtulmuş olmanın ve özgürce solumanın zevkini tattık.
''Ohh be dünya varmış!''
Urumoğlu, Çakallı derken, Gökpınar'ın sazlarının üstünden, Aksu, Tut Dağı ve Kötüköy'ün kavakları gözüktü. İçim içime sığmadı. Gökpınar'ı dolanıp Demirciler'in önüne geldik. Musa Dayı, aniden kalkıp bütün gücüyle bağırdı:
''Ey Demirciler, duyduk duymadık demeyin. Dört kere, beş kere evlenin, yirmi çocuk, otuz çocuk yapın! Çoğalın ha çoğalın!''
Birkaç kişi, bahçe duvarının gerisinde tepkisizce bize baktı. Yolun kenarındaki çocuklar, deli sandıkları Musa Dayı’ya bakıp güldüler. Aksu'yu, Salman'la M. Çetin'in mezarını, İğdeli yolu geçip,karakolun önünden Şeytan'ın Değirmeni'ne çıktık. Annem, Maraş Garı'ndan öteye gidemediğinden, trenden inmiş, değirmenin oralarda deli gibi dolaşıyordu. Döndü ve benimle karşılaştı. ''Uy!'' diyerek irkildi. Sonra da uzun uzun bana sarıldı.
''Xade Xade, bugünü gösterdin ya, şükürler olsun sana!''
Ablabın evi, konu komşu, dost, akraba doluydu. İnsanlar, Ali, Hüseyin ve Eba Müslüm'ü anıp, tarihin gömütlüğünden medet umuyorlardı.
"Medet ya Ali, yetiş carımıza!"
...............
26 Aralık 1978'de on üç ilde sıkıyönetim ilan edildi. Adana, Maraş, Antep, Urfa Sıkıyönetim Komutanlığı'na Milli Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hakkı Akansel atandı. İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı'nın, 105 kişinin ölümü, 176 kişinin yaralanması, 210 ev, 70 işyerinin tahrip edilmesinden solu sorumlu tutması şoke etti bizi. Köylüler, ana avrat düz gittiler. Yerine Hasan Fehmi Güneş'in atanmasıyla bir nebze de olsa rahatladılar.
...............
Bana, ''Vay be!'' dedirten gelişmelerden biri de, cenaze töreninden hemen sonra, faşistlerin yönlendirdiği dört, beş bin kişilik bir güruhun, Yörükselim’e doğru harekete geçtiği, ummadıkları bir direnişle geri çekildikleri, sonra yeniden denedikleri, başarılı olamayınca da hınçlarını Sünni nüfusun arasına dağılmış, savunmasız insanlardan aldıklarıydı. Ölümün en acıklısı da Musa Suna'nın gelinine nasip olmuştu. Musa Suna'nın evi uzun bir kuşatmadan sonra düşer. Öldü sanılan Fazlı'yla annesinin dışında kurtulan olmaz. Ancak Esma gelin sağdır. ''Ya Allah'' diyerek saldırırlar. Esma kan revan içinde karnındaki bebeğiyle fırlar. Caniler arkadan ateş edip düşürürler onu. Annelik güdüsüyle ellerini karnından ayırmayan Esma'yı, bir komşusu sırtlayıp hastaneye götürür. Dr. Gültekin Gazioğlu, ''Esma’yı kurtarmak zor, bari bebeği kurtarayım'' diyerek sezaryana alır onu. Ne var ki, parçalanmış bebeği kurtaramadığı gibi Esma’yı da...
Dahası, Habip, Taksir, Beko ve halktan insanların, çamlıktan sızanları canları pahasına püskürttüklerini, arkadaşımız Niyazi Öztaş'ın amcasının M. Alilerin avlusunda inliye inliye öldüğünü, A. Mercan'ın M. Ali Nurhaklı'yı alarak doğumevi istikametinde saldırya geçenleri umman silahıyla durdurmaya çalıştığını, Habip'le arkadaşlarının hareketlenen kalabalığı, Gıjık'ın vurulduğu yerde, yüksek bir binada ateş ederek kaçırttıklarını, yani yürüyüşe katılanlar, yani Yürükselim sakinleri, yani on binlerce sol görüşlü Alevi-Kürt vatandaşın tavuk gibi boğazlanmaktan kıl payı kurtulduğunu öğrenmiş olmamdı.
Faşistlerin önderlik ettiği, baltalı, nacaklı güruhun pek de çekilmediğini, daha binlercesinin gelmekte olduğunu, Habip'in silahının ikide bir ısındığını, on kişinin üfleyerek anca soğutabildiğini, kırma tüfeklerin de işe yaradığını, avcı Cumali'nin (Sünni bir devrimci) attığını vurduğunu, kadınların, dinamit, mermi, ekmek taşıyarak gençlere destek verdiğini, faşist güruhun ölülerini alıp kaçtığını, bu defa da çamlıktaki sızmayı önlemek için o yana koşulduğunu, dinamitlerden birinin Hüseyin Acar'ın elinde patladığını, Dr. Çetin Diker'in kolunu tedavi etmek yerine bileğinden kestiğini, Beko'nun vurulduğunu, Sünnetçi Mustafa'nın sırtını yarmak suretiyle kurşunu aldığını, Taksir'in, tüm uyarılara rağmen koruluğa daldığını, kaçmaya fırsat bulamayan saldırganı, başına basmak suretiyle taradığını, heyecanla, merakla, hayretle öğreniyor oluşumdu.
Velhasılıkelam, dışarıda böylesi bir can pazarı varken bir eve tıkılıp kalışımızı, korkaklığımıza mı, aymazlığımıza mı, mensup olduğum çizginin bokluğuna mı yormak gerektiğini hâlâ anlamış değilim.
...............
23. 12. 2014, Zürich
"Kırmızı Fare"den

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...