Bir Varmış Bir Yokmuş 1. Bölüm/ Şehriban Tuğrul

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Sofa kapısının her açılışında, insanlardan önce içeriye soğuk hava hücum ediyordu. İçeridekileri, buz heykele çevirmeye can atıyordu sanki...

Tandırdan çıkan alevlerle karşılaşınca, teslim oluyor yumuşuyordu. Gelenler evin hayatında, üzerlerindeki karı çırpıyor, ıslanmış, dişleri birbirine vurur halde acele içeri giriyorlardı. Sofada, onları yüzlerine çarpan sıcaklık karşılıyordu. Birbirleriyle selamlaşıp kilimlere, yün minderlerin üzerine tünüyorlardı. Çocuklar, tandıra yakın en iyi yeri kapma yarışına giriyor, çocuklarını kucaklarına alan anneler, çıkan curcunayı bastırıyordu.
 
 Üzeri halı örtü, halı minder ve halı yastıkla döşenmiş, duvara dayalı tahta sedir büyüklerindi.  Kalın giysileri üstüne, yün şallara bürünmüş evin dedesi, nenesi ve akraba büyükleri sedire yerleşmişti.  Soylarını devam ettirecek torunlarını,  yukardan gururla seyrediyorlardı. Onların her yaptığına gülüyor onları çeşitli kuvvet yarışına sokuyorlardı. Böyle durumda herkes yana çekiliyor,  eşleşen çocuklar; alkışlar: “Yaşa, hadi, bastır!” nidalarıyla ortada güreşiyorlar. Çocuklar sonunda terliyordu. Büyükler, doğal yolla onların ısısını yükseltiyordu herhalde.
 
Duvar dibindeki tandırın içine saplar, çalı çırpı, tezekler attıkça dumanın arkasından alevler dilini uzatıyor. Gaz lambasının aydınlattığı loş sofanın duvarlarında, gizemli gölgeler oluşuyordu. Oluşan gölgeler çocukların hayal gücüyle canavarlara, conguluslara dönüşüyor; “Anaaa!” diye bağrışıp, analarının koltuk altlarına sığınıyorlar. Tandırdan alınan közün üstüne çinko çaydanlık, konuyor. İçine bir tutam çay, ıhlamur, karanfil atılarak çayın demlenmesi bekleniyor.
 
Tandırın çevresindeki taşa, çukur kısmı üste gelecek şekilde ekmek sacı yerleştiriliyor. Isınan sacın üstüne bolca buğday atılıyor ve karıştırılarak kavruluyor. Mis gibi kokular yayıldıkça çocuklar iştahla, sabırsızlıkla kavurgayı bekliyorlar. İçine çetene katılan kavurga saçtan alınıyor. Çeteneli kavurga tas tas konuyor herkesin önüne. Elini tasa daldıran çocuklar, elleri yansa da bir avuç kavurgayı iki eli arasında aktara aktara soğutup ağızlarına atıyorlar. Ev sahibi, kavurganın yanına bir de akide şekeri koyduysa keyifler gıcır...  Dişlerinin arasında ezilen kavurganın içindeki çetenenin, çıt çıt ses çıkrması hoşlarına gidiyor. Çocuklardan biri, “çıt çıt çıt çetene, sar bedeni bedene…” diye muziplik yapınca, diğer çocuklar eşlik edip hınzırca gülüşüyorlar. Söylenen türküye kızan çocuk, küfrederek onlara hücum ediyor. Paçasından tutan anası, “Gadasını aldığım, onnar türkü çığrıyo. Babannan ağlenmiyollar,” diyor. Çocuğun babası, küçükken çeteneyi çok sever, anasına her gün kavurturmuş. Çiğnedikçe dişetlerine saplanan çetene parçaları, ağzının yara olmasına sebep olurmuş. Babasının lakabı zamanla, “Çıt çıt çetene” olmuş. Annesinin yatıştırdığı çocuk, kavgayı unutmuş, arkadaşlarıyla oynamaya bile başlamış. Büyükler ise çaylarını kavurgayla içiyorlar, sardıkları tütünü keyifle tüttürüyorlar. Dışarda tipi oluyormuş, kurt uluyor köpekler onlara havlıyormuş, camları oynatan fırtınanın uğultusu geliyormuş, umurlarında olmuyor.
 
Keyifler yerine gelince sabırsızlanan çocukların gözleri, Sedef Bacıda. Sedef Bacı; elli yaşlarında, kuması ve kocasıyla bu evde yaşayan köyün bilge kadınıdır. Yakalandığı cüzzam hastalığından dolayı tedavi için İstanbul’a gitmiş. 1950lerde cüzzam hastanesinde, beş yıl tedavi altında kalmış. Cüzzam hastaları, önceleri etrafı tellerle çevrili kocaman bir alan içinde kırık dökük kulübelerde kalırlarmış. Yara bere içindeki cüzzamlı hastalara kimse yaklaşamazmış. Ekmek, su, yiyecekler tel örgüden meydana atılır, kapan doyar, diğerleri aç kalırmış. Zamanla açlıktan ya da birbirini hırpalamaktan ölür giderlermiş. Türkan Saylan, öğrenciyken cüzzamlılara çok üzülürmüş. Devlet hastanesinin cüzzamlılara ayrılan bir bölümünde, gönüllü olarak tedavilerini üzerine almış. Onların tedavisinde sadece ilaç değil sevgide vermek gerektiğini savunmuş. Sedef Bacı, “Dr. Türkan Saylan, yaralarımızdan tiksinmez, bizi öperdi.” derdi.
 
Gönüllü ziyaretçiler, cüzzamlı hastalara akşamları kitap okurlarmış. Onlardan, masallar, aşk hikâyeleri (Aslı ile Kamber, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin), türküler ve türkülerin hikâyelerini öğrenmiş. Hastaları; Yurttaşlık, Aile Bilgisi ve temizlik hakkında eğitmişler. Elişi becerileri için kurslar açmışlar. Sedef Bacı köye döndüğünde, öğrendiklerini köylülerine aktarmış. Onların, aydınlanmasına, el becerilerinin gelişmesine ve hayal dünyalarının zenginleşmesine katkıda bulunmuş. Sedef bacının anlatımı düzgün ve akıcı; sesi güzel, ses tonu konuya göre değişir ve dinleyeni anlattığı olayın içine öyle çekerdi ki… Onun cüzzamdan dolayı; yarım kalmış burnunu, pençe şekline dönüşmüş ellerini, eğri ağzında yarım kalmış dudağını asla göremezdiniz. Onun perde inmiş gözlerinin içine bakar, hayranlıkla dinler, dinlediğiniz olayın içinde yaşardınız.
 
Tandırın çevresine toplananların önü ısınır, arkasında yel eserdi. Ama Sedef Bacının anlattıkları ortamı ısıtır, onların hayal hayallerini zenginleştirirdi.
 
Şehriban Tuğrul Gökçe Çiçek
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...