"Zindan Edebiyatı" mefhumu hakkında birkaç değini. Dr. Ayhan Kavak

Görülmüştür kullanıcısının resmi
Malum kuşatılmış karanlık bir mekândayım. Bu saikten ötürü yerleşik bir kavramsallaşmaya doğru ilerleyen "Zindan Edebiyatı" kapsamına oturacak değinmelerde bulunacağım. Zindan Edebiyatı kavramı da mevcut kategorikleştirmeden azade değildir. Üstelik negatif kullanım boyutu ağırlık kazanıyor. Zorlama bir kavram olduğundan yamalı bohçaya dönüşmüştür. Bohçanın her tarafı da delik, yük tutmaz cinsinden. Ayırdında olup olunmasa da sonuçta iktidar üreten bir kavramsallaştırmaya tekabül etmesinin yanı sıra bu alanda kalıp da yazımsal çalışmalar yapanların verimlerini küçümsemek ve dıştalamak dürtüsüyle yaklaşanlar çokçadır. Zindan Edebiyatı denilerek bu alanlardaki üretimleri tek elden çıkmışçasına aynı kafe içinde ele almaz sıradanlaşmış vaziyette. Maddi gerçeklikten uzak tanımlara maruz bırakılanlar ister istemez rahatsız olacaklardır. Her zindanda birçok can edebi üretim içindedir ve her birinin farklı tarz, üslup ve biçemi vardır. Yazımsal çalışmalara imza atan herkesi konturları belirlenmiş bir düzleme sıkıştırmak zaten fiziki olarak varolan soğuk duvarları bir başka duvarla berkitmeye soyunmadan başka bir izahı yoktur. Acı olsa da gerçek. Burada iyi niyetli, dayanışmacı, sese ses, omuza omuz olanları dışında tutuyorum.

 
 
            Eski zamanlarda kitaplara gelmemesi için ilk sayfalarına "Ya Hâfız, Ya Kebikeç" yazılırmış. Kebikeç, kitapların koruyucu meleği anlamına geliyormuş. Kitap hırsızlarından korumaktan ziyade sayfaları kemirecek güve ve böceklere karşı duracak tılsımlı bir sözmüş Kebikeç. Batıl insanç olsa da yazılı eserlere gösterilmiş imtina açısından anlam ifade eder.
            Acaba diyorum, edebiyatı muhtevasından koparan, kadükleştiren, kalıplara sokan, sanal beğeni ölçüleri çerçevesinde sınıflandırmalara başvuranlara karşı da "Kebikeç"ten umar beklemek doğru olmaz mıydı? Elbette Kebikeç'in kullanımı bile yetersiz kalacaktır. Zira günümüzde edebiyata- bilinçli veya bilinçsiz fark etmez- verilen zararın haddi hesabı yoktur. Edebiyat alanı da sistemin tahripkâr yönelimlerinden nasibini almakta. Hegemonlar sinekten yağ çıkarırcasına, aşırı kâr hırsıyla akbabalar gibi edebiyat sektörüne üşüşmüşlerdir Haliyle edebiyat ortamını kendilerince "rantabl" pozisyona getirmek uğruna olmadık stratejileri devreye koyarlar. Hukukta çokça kullanılan "esas" ve "usul" kavramına sığınırsak; edebiyat artık esasından kopartılarak usul bağlamına oturtulmuştur. Öz yerine biçim, nitelik yerine nicelik ön plana çıkmakta. Flulaşmış ortam ranta açılmıştır. Yaratılan bu atmosferde çoktandır "atı alan Üsküdar'ı geçti." Alacalı bulacalı tanıtım ve reklamlarla çöpü dahi kitap diye yutturup sayısız baskıyı üst üste çıkaran bir sektör oluşmuş vaziyette. Ambalajlama diyebileceğimiz yöntemlerle edebiyata kötülük etmekten çekinmezler. Edebiyatın kategorilere tıkıştırılması da bundan ayrıksı değildir. Edebiyat hakkında farklı açıklamalar getirmek mümkün. Keza farklı dalları da öyle izahata gidebiliriz. Açığa çıkarılan edebi verimler, yaşanan veya yaşanmayan birçok hayattaki ilişki, çelişki, çatışkı ve düş gücünü zengin yaratılara dönüştürme kabiliyetini ihtiva eder. Şiir, öykü, roman, deneme gibi dallarda sunulan yüksek nitelikli eserlerin yanı sıra bir sıkımlık malzeme gibi tüketilip atılacak cinsten azı kapsamı dar tutulduğundan ayrıntılı değiniler olmayacak sıradan eserlerden geçilmemektedir.
            Sorun olarak gördüğüm ve itirazımı geliştirdiğim husus, edebiyatı kategorikleştirerek belli kalıplara hapsetmeye yol açan tanımlamalardır. Kolaylığa kaçmak için yapılıyor olsa da, kalıplara sokulmuş edebiyat disiplini çoraklaşmaya kapı aralar. Nitekim günümüz koşullarında has edebiyatın sömürülmesi bu saikten dolayı gemi azıya almıştır. Edebiyatın edebini yitirmemesi önemli. Onun kendi kodları ve bütünselliğe oturmuş düzeyi olduğundan edebi kriterler tahrif edilmeye gelmez. Belki "kolaylık" sağlanıyor diye edebiyatı, yaz, dönem, gençlik, köy, dağ, taşra, zindan, tatil vb. envai çeşit adlandırmalar üzerinden ifade edilmesi doğru niyetine algılatılır. Bu taksim edilişin masum olmayan boyutları görünmez kılınmakta. Kuşkusuz kategorikleştirilen her bölüm için ayrı tamlamalar getirilebilir. Bunların iktidar alanını genişleten özelliği vardır.
            Malum kuşatılmış karanlık bir mekândayım. Bu saikten ötürü yerleşik bir kavramsallaşmaya doğru ilerleyen "Zindan Edebiyatı" kapsamına oturacak değinmelerde bulunacağım. Zindan Edebiyatı kavramı da mevcut kategorikleştirmeden azade değildir. Üstelik negatif kullanım boyutu ağırlık kazanıyor. Zorlama bir kavram olduğundan yamalı bohçaya dönüşmüştür. Bohçanın her tarafı da delik, yük tutmaz cinsinden. Ayırdında olup olunmasa da sonuçta iktidar üreten bir kavramsallaştırmaya tekabül etmesinin yanı sıra bu alanda kalıp da yazımsal çalışmalar yapanların verimlerini küçümsemek ve dıştalamak dürtüsüyle yaklaşanlar çokçadır. Zindan Edebiyatı denilerek bu alanlardaki üretimleri tek elden çıkmışçasına aynı kafe içinde ele almaz sıradanlaşmış vaziyette. Maddi gerçeklikten uzak tanımlara maruz bırakılanlar ister istemez rahatsız olacaklardır. Her zindanda birçok can edebi üretim içindedir ve her birinin farklı tarz, üslup ve biçemi vardır. Yazımsal çalışmalara imza atan herkesi konturları belirlenmiş bir düzleme sıkıştırmak zaten fiziki olarak varolan soğuk duvarları bir başka duvarla berkitmeye soyunmadan başka bir izahı yoktur. Acı olsa da gerçek. Burada iyi niyetli, dayanışmacı, sese ses, omuza omuz olanları dışında tutuyorum. Bile isteye yapmayacakları bir edimdir onlar için. Fakat aynı tanımlama üzerinden bir izlek geliştirirlerse istemeden de olsa bu tuzağa düşerler. Zindan edebiyatı söylemi galat-ı meşhur hale getirilmiştir. Yine de kullanımdan çıkarılmalıdır. Bu mefhum masum değildir. Edebiyattan nerede ve kim tarafından üretilmesinden önce "Edebiyat edebiyattır" mottosuyla yaklaşıp ona göre metni çözümlemeye tabi tutmalı. Bir Arap Atasözü şöyle der: "Bak ne diyor, bakma kim diyor." Hayatın her alanına uygulanacak deruni bir sözdür bu. Örneğin, iktidar odaklarınca demokrasiden, toplumsallaşmış insanlıktan yana taraf olanların dile getirdikleri hemen her görüşe karşı Pavlov'un köpeği misali tepki veren bir bakış hemen her zaman ekranlarda karşımıza çıkar. Doğru olduğuna bakmadan, kişi veya kurumu hedef alan, kriminalize eden olmadık laf ebelikleriyle kötülemeden çekinmeyen zihni şekillenme yapılanları doğal görür hale gelmiştir. Oysa kimin söylediğine bakılmamalıdır. Ne dendiğine bakılmalı!
Ne yazık, böylesi bir bakış açısından biz zindandakiler de nasibimizi alıyoruz. Zindan edebiyatı tanımlamasıyla ilk elde yaftalanıp bir kalıp içerisinde algılanmamızın yolu açılıyor. Haliyle ne yazıldığı göz ardı edilmektedir. Kuşkusuz farklılık arz eden bakış açıları da mevcuttur. Zindandakilere yönelik baskın duygusallık sergileyenler de oluyor. Zindan üretimlerindeki hamlık, eksiklik ve yetersizliklere karşı hoşgörü gösterilebiliyor. "Tamam şu veya bu noksanlıklar olsa da neticede zindan koşullarında onca baskıya göğüs gerilerek yazılmıştır." gerekçesini ön planda tutanlar azımsanmayacak düzeyde. Bu yaklaşım iyi niyetli, yüreğini yüreğine katan duygusallıktan kopuk değildir. Gerçi toleranslı davranılması da doğal karşılanmalı. Özellikle edebi verimler açısından, dışarıdaki canların empatiyle yaklaşmaları moralleri yükseltiyor. Evet, zindanda ortalamanın üstünde kitaplar yayımlanıyor. Hoş dışarıda da öyledir, Kitap çıkarma furyası var. Nicelik artarken nitelik ötelenebilmekte. Peki böylesi bir ortamda doğru temellere oturacak eleştiri ve değerlendirmelere ihtiyaç yok mu? Zindanda yazımsal çalışmalarını gerçekleştirenleri ezoterik bir bağlama yerleştirmek doğru mu? Sorular iki ayrı bakış açısına hitap ederse de ortak paydada buluşan özellikler barındırdığı da unutulmamalı.
 Edebiyatın edebini kaçırmayacak, duygusallıktan uzak, metni esas alan objektif incelemelerinin açığa çıkarılmasına ihtiyaç var. Edebiyatın kendi ölçüleri olduğundan veçhemizi buna göre ayarlamalıyız. Konumlanma doğru temellerde oluşmadığında, ister istemez "zindan edebiyatı" kimi kişi ve çevrelerin üstenci, oryantalist, küçümseyici dilinden kurtulunmaz. Ne dendiğine bakılmadan, "zindan edebiyatı", "angaje edebiyat" söylemleriyle, aslında bu alanlarda kalanları yok saymaya çanak tutulabilmekte. Bir de "görmüyorsan yoktur" zihniyetinin farklı versiyonuyla karşı karşıya kalındığı söylenebilir. Üretilenlerin görmezden gelinmesine zemin hazırlanıyor. Her verimi aynı haddeye sokmak toptancı yargılamaya kapı aralar. Bu durum edebiyatın bizatihi kendi doğasıyla çelişmesine neden olur. Nerede, nasıl ve kim tarafından yazıldığına bakmaktansa metni esas alan bir analiz geliştirilmesi doğrultu kazandırır. Evet, ortaya çıkan tabloda, payımıza kısıtlayıcı bir söyleme maruz bırakılma kalmış. Teşhire açık hale gelmenin tehlikesi de cabası. Bir dokun bin âh işitmeyi zindandakiler iyi biliyor...
Farklı bir disiplinin düşünürü üzerinden birkaç söz etmek istiyorum. Kant'tan bahsedeceğim. Kant, doğduğu Köninsberg'den hiç ayrılmayarak, felsefi görüşlerini hep o küçük yerde inşa etmiştir. Kant ilk kitabına şöyle girizgah yapar; "İzleyeceğim yolu ben çizdim. Yürümeye bir kez başladım mı hiçbir şey durduramayacak beni." Doğduğu ve yaşadığı küçücük kentte hepi topu sınırlı adımlar atmış olan Kant'ın kuşkusuz vurgu yaptığı içsel bir yürüyüştü. Katılıp katılmamak size kalmış. Günümüzün evrensel ölçekte kabul gören değerlerinin yerleşik hale gelmesinde Kant'ın payı büyüktür. Örneğin düşünce ve inanç özgürlüğünün temellendirilip kurumsallaşması Kant felsefesinden kaynaklanıyor. Onun, aklı yüceltmesi Aydınlanma Felsefesinin zirvesi olarak ele almasına yol açtı. Ödev ahlâkı anlayışına dayanan, insanın ve insanlığın geliştirilmesine yönelik BM gibi kurumların oluşması gerektiği de ona aittir. Kant, Transandantal (Aşkın) idealizmin savlayıcısı olarak salt Alman İdealizmini değil, kendisinden sonraki birçok düşünürü de etkilemiştir. Günümüzde aşılmış elbet. Fakat Kant'ı yeni bir güncellemeden geçirmenin düşünce sistematiğinde ön açıcı işlevlere neden olabilir. Tabii bunu iktidar ve devlet karşıtlığına oturtacak yeni bir BM yapılanmasına gidilmesi olarak okumak lazım. Konu bağlamında Kant'a değinmemin gayesi küçücük bir yerleşim yerinden felsefi kuramını kurmuş olmasındandır. Kant'a kimse Köninsberg filozofu suçlaması getirmemiştir. Bunu uç bir emsal diye de addedebilirsiniz. Yaşadığı küçük yerleşim yerinin mikro boyutunu bizler de kuşatılmış karanlık mekânlarda deneyimliyoruz.
Mahsus mahallerde de bir şekilde edebiyat dallarının hemen hepsiyle iştigal eden, kafa yoran ve iyi-kötü yazımsal çalışmalar gerçekleştirilmekte. Sayısını bilemeyeceğim bir dolu canın yayımlanmış kitapları var. Vasat veya ortalama eserlerin varlığının yanında oldukça yetkin olanları da söz konusu. Tüm hepsini ezbere yaklaşımla aynı potada değerlendirmenin yanlış olduğu aşikârdır. Dışarıda ve içeride olunması fark etmiyor. Üretilenler doğru temellere oturacak bir konfigürasyonla irdelenebilmelidir. Nerede soluk alıp verildiği önemli değildir. Yalnız başına bir dağın başında da veya yalıtılmış bir köy yaşamında da olunsa değişmeyecek boyut metnin niteliğidir. Düş gücünün zenginliğini edebi yaratıcılıkla sergilendiği takdirde başarılı eserler açığa çıkarılabilir. Bu yüzden taksonomik ayrımlandırmalar yapılmamalıdır. Nerede, nasıl ve kim tarafından ifa ediliyorsa edilsin fark etmez; Edebiyat derya ise bu deryaya damlaşacakları edebi eserler diye, algılayıp ona göre davranış örüntüleri geliştirilmeli. Ne yazık; "Zindan Edebiyatı" ve diğer alanlara has kategorikleştirme zihniyeti yaygınlaşmakta. Acı gelse de adeta engelliler takımında yer alıyormuşuz gibi yaklaşanlar var. Oysa asıl sakat olanlar bu sınıflandırmada ısrar edenlerdir...
            Kebikeç'in bizi "Zindan Edebiyatı" söyleminden korumasını mı dileyelim yoksa... Üzerinde ısrarla durmakta fayda var; Kanımca şu veya bu şekilde üstenci bir dile tekabül eden bu yaftalama iktidarcı bakış açısından hallicedir. Sorunun muhatapları bu boyutu görmelidirler. Ve mevcut tanımlama kullanılmamalıdır! Özellikle iyi niyetli ve her daim zindanlarla dayanışma içerisindeki canlara belirtmeyi elzem gördüm. Bunun dışındakiler zaten peşinen küçümseyici bir pozisyonda küçük iktidar oluşumlarının sırça köşkünden kılıç sallamaya devam edeceklerdir.
            Spinozacı bir anlayışla, "olduğu haliyle" edebi eserleri/metinleri değerlendirmeye tabi tutmak evladır. Zindan edebiyatı biçimindeki, etrafımızda yükseltilen duvar gibi soğuk tanımlamalara sığınılmamalıdır, Edebine ulaşım bunu gerektirir.         
Dediğim gibi, kitap basımlarında niceliksel bir artış içeride olduğu gibi dışarıda da mevcut. Belki işin doğası bunu gerektiriyor, kim bilir. Aslolan nerede üretiliyorsa üretilsin, niteliksel verimleri teşvik etmektir. Kategorikleştirmekten sakınımı da bir teşvik olarak algılamalıyız. Zindan Edebiyatı dendiğinde aklıma Leonard Kohen'in şarkı sözleri geldi. Ne diyelim daha, sözleri bu tanımlamada ısrar edenleri anlatıyor.
"Herkes biliyor, zarlar hileli.
Herkes biliyor, yeminler bozuk
Herkes biliyor, iyiler kaybetti.
Herkes biliyor, bu dövüş şekli.
Fâkirler Hâlâ fâkir, zenginler daha zengin.
Herkes biliyor geminin su aldığını
Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini..."
 
21.10.2019
Ayhan KAVAK
Siverek T Tipi Hapishanesi
 
 
 
 

 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...