Tutsak Dr. Ayhan Kavak yazdı: TAHİRE VE BABİLİK

Görülmüştür kullanıcısının resmi
"1852 yılının Ağustos ayıdır. Tahran'da bir kadın, savunduğu düşüncelerini reddedip tövbe etmediği için, o dönemde İran Şah'ı olan Nasıreddin'in katline ferman çıkarmasıyla mahpus tutulduğu Kelantar (Güvenlik Komiseri) Mahmut Han'ın evinden alınarak bir bağa götürülecekti. O esnada Tahire'nin götürülüşünü görenler, sanki bir düğüne katulacakmışçasına süslü elbiseler giydiğini ve sevinç içinde ilahiler okuyup, korkusuzca ve başı dik bir şekilde yürüdüğüne tanıklık etmişlerdir. Götürülmüş olduğu bağda o halini gören cellatlar çekinerek fermanı yerine getirmek istemezler. Şahın adamları ne kadar ısrar ve siyahi olduğu belirtilen bir hizmetliye çeşitli vaatlerde bulunularak Tahire'nin katledilmesini söylerler. Yeni cellat, Tahire'nin sesini duymamak için ağzına bir mendil tıkıştırır. Ardısıra bir kiriş ile acımasızca boğar. Derler ki Tahire buna rağmen henüz nefes almaktaymış. Tahire canlı canlı o bağda bulunan bir kuyuya atılıp üzeri toprak ve taşla kapatılacaktı."

 
TAHİRE VE BABİLİK
 
"Seni görürsem eğer, yüz yüze, karşı karşıya
Üzüntümü anlatırım be sana, tane tane, tel tel
Yüzünü görmeye saba gibi eserim
Ev ev, kapı kapı, yol yol, sokak sokak
Ayrılıktan, akar iki gözden yüreğimin kanı
Dicle Dicle, derya derya, çeşme çeşme, kanal kanak
Küçücük ağzının, anber kokan yüz hattının
Gonca gonca, çüçek çiçek, lale lale, hoş bir koku
Senin kaşın, gözün, avlamış gönlümün kuşu
Mizaç mizaç, gönül gönül, sevgi sevgi, huy huy
Hazin gönül, dokumuştur sevgini ruh kumaşıma
Dizi dizi, ip ip, tel tel, çözgü çözgü
Tahire gönlünde aradı, senden başka bulamadı
Safha safha, kat kat, perde perde, iç içe"
 
            Zerrin Tac, yazmış olduğu bu lirik şiirde, "Tahire gönlünde aradı, Senden başka bulamadı" diyerek içsel arayışına ışık tutmuştu. Bahse konu edilen salt şair kimliğiyle tanınmıyor elbet. Çağdaşlarının harikulade zeki dedikleri kadın aynı zamanda alim ve hatiptir de. Bu eşsiz kadın, namus, dürüstlük, cesaret ve korkusuzlukta herkesin saygısını kazandığından, Babiler nezdinde yol arkadaşlığı/yoldaşlık anlamında kullandıkları "Ahbap"larınca Tahire diye çağrılan olacaktı. Zerrin Tac'ın Tahire'den önceki adı da Kurret'ul Ayn idi (Gözbebeğinin serinliği). Tahire, temiz, pak, dürüst anlamında verilmiş bir addı..
            1852 yılının Ağustos ayıdır. Tahran'da bir kadın, savunduğu düşüncelerini reddedip tövbe etmediği için, o dönemde İran Şah'ı olan Nasıreddin'in katline ferman çıkarmasıyla mahpus tutulduğu Kelantar (Güvenlik Komiseri) Mahmut Han'ın evinden alınarak bir bağa götürülecekti. O esnada Tahire'nin götürülüşünü görenler, sanki bir düğüne katulacakmışçasına süslü elbiseler giydiğini ve sevinç içinde ilahiler okuyup, korkusuzca ve başı dik bir şekilde yürüdüğüne tanıklık etmişlerdir. Götürülmüş olduğu bağda o halini gören cellatlar çekinerek fermanı yerine getirmek istemezler. Şahın adamları ne kadar ısrar ve siyahi olduğu belirtilen bir hizmetliye çeşitli vaatlerde bulunularak Tahire'nin katledilmesini söylerler. Yeni cellat, Tahire'nin sesini duymamak için ağzına bir mendil tıkıştırır. Ardısıra bir kiriş ile acımasızca boğar. Derler ki Tahire buna rağmen henüz nefes almaktaymış. Tahire canlı canlı o bağda bulunan bir kuyuya atılıp üzeri toprak ve taşla kapatılacaktı.
            Hunharca öldürüldüğünde 32 veya 36 yaşında tahmin edilen Babiyye Cemaatine mensup, üstün meziyetlere sahip Kazvinli bir şairdi Tahire. Yaşadığı dönemde hiçbir kadının cüret edemeyeceği bir eylemle, giydiği çarşafı çıkarıp atan erken bir feminist olarak adddedilen yiğit biriydi aynı zamanda. Peki kimdi bu yürekli kadın?
            İran'ın Kazvin Kentinde, oranın ileri gelenlerinden olan Molla Salih'in kızı olarak 1817 veya 1820 tarihlerinin birinde doğmuştur. Molla Salih'İn de iki kardeşi vardı. Kendisinden büyük olan ve Kazvin'in büyük din alimi diye bilinen Hacı Molla Taki'ydi. Küçüğünün adı da Hacı Molla Ali'ydi. Molla Salih kıza ihtimam göstererek çocukluğundan itibaren iyi öğretmenler tutmuştu. Böylelikle ilahiyat, bilim ve edebiyat alanlarında iyi bir eğitim almasını sağlayacaktı. O deni yetkin bilgiye sahip olmuştu ki babasıyla yaptığı dini tartışmalarda üstün gelebiliyordu.
            Buna rağmen gelenekler gereği genç yaşta Kazvin'in Cuma hutbesini veren Amcası Molla Taki'nin oğlu Molla Muhammed ile evlendirilir. Bu evlilikten iki oğlu Bir kızı olur. Evlilik onun araştırma ve yetkinleşmesine engel olamaz. Şiir ve gazel yazan bu alçakgönüllü genç kadın, sürekli bir arayış içerisindeydi. Birgün özellikle Amcası Molla Taki'nin ve abisinin etkisindeki babasının sürekli adı geçtiğinde kötülemekten geri durmadıkları Şeyh Ahmet İhsai'nin bir kitabına ulaşır. Merakla bir çırpıda okur okumaz babasıyla bu konuda tartışma yapar. Babasının yetersizliğini görüp tartışmayı kısa keser. Zerrin Tac Şeyh Ahmet'in fikirlerini benimser ve bulduğu tüm kitaplarını okumaya verir kendini. İlk Babiyye tarikatının Piri olarak görülen Şeyh Ahmet İhsai Kerbela'da yaşamış bir mutassavuftu. Zerri Tac onun fikirleriylr tanıştığında çoktan vefat etmişti. Yerine halefi Seyit Kazım geçmişti. Tahire Seyit Kazım'ın da kimi kitaplarını okumuştu. Daha Seyit Kazım sağ iken, aynı tarikata mensup küçük amcası Molla Ali'nin aracılığında kendisine mektuplar gönderir. Yazdığı mektuplardaki engin bilgisinden memnun kalan Molla Kazım da ona cevaplar yazar. Zerrin Tac tasavvufi aydınlanma yaşarken, Molla Kazım namelerinde ona Kurret'ul Ayn diye hitap eder. Zerrin Tac artık Kurret'ül Ayn olmuştur. Evli ve çocukları olmasına rağmen babasının da onayıyla Kerbelayı ziyaret etmek ve ilahiyat anlamında derinleşmek için Amcası Molla Ali'nin refakatinde yola çıkar. Kerbela'ya ulaştığında Molla Kazım'ın öldüğünü öğrenir. Buna rağmen uzunca bir süre orada kalıp, Seyit Kazım'ın üç yüzün üstünde olduğu söylenen telif kitaplarını okuyup inceleme yapar. Seyit Kazım'ın yazdığı kitaplar, genelde İslami felsefenin ruhundan doğmuş düşünüşleri ihtiva eden eserlerinden mürekkepti. Mevcut tarikat yeni Piri ile değişim geçirecekti. Bu Pir Şeyh Ali Mehmet'ti. Seyit Kazım'ın müridi ve halefi olan Şeyh Ali Mehmet, 1812 yılında İran'ın Şiraz kentinde doğmuştu.
            Tahire Kerbela'dayken, Şeyh Ali Mehmet de Mekke'den memleketi Şiraz'a dönüyordu. Ali Mehmet, memleketine vardıktan sonra, öncelikle seleflerinden öğrendiği tasavvufi fikirleri yaymaya başlamıştı. Bunun içindir ki kendisine derin ilmine istinaden BAB lakabı takılacaktı. Bab, Arapça'da "Kapı" anlamına gelirken, aslolarak Hz. Muhammed'in Hz Ali hakkında söylemiş olduğu, "Ene Medinet-ül ilm ve ali babûha" hadisinde geçen Bab'dan gelmektedir. Yani "Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır" mealinden gelen bir nitelemedir. Bab yüzünden tarikata BABÎYYE denilmeye başlanırken, mensupları da Babiler diye çağrılacaktı.
            Ali Mehmet Bab, İslami ahkamı tebliğ etse de özde şeriatın zahirinden ziyade anlamına odaklanılması gerektiğini belirtirdi. Müritlerine namuslu ve merhametli anlamına odaklanılması gerektiğini belirtirdi. Müritlerine namuslu ve merhametli olunması gerektiğinin yanısıra ibadetle ruhun temizlenmesine çalışılmasını telkin ederdi. Zira o demlerde çelişki ve çatışmalar keskinleştiğinden toplumsal kirlenme ayyuka çıkmıştı. Önce insanlığın kazanılması icap ediyordu. Bab'ın üç yıl gibi kısa sürede yüzlerce müridi olacaktı.
            Kerbela'da birkaç yıl kalan Zerrin Tac İran'a geri döndüğünde merak ettiği Ali Mehmet Bab'ın ziyaretine gider. Sorgulayıcı tartışma ve sohbetleri neticesinde Zerrin Tac da Bab'ın düşüncesine ikna olur ve canı gönülden katılım sergiler. O zaman Kurret'ül Ayn diye çağrılan Zerrin Tac'ın birçok yerde bilgelik dolu vaazleriyle, Babilik büyük bir ivme kazanacaktı. Onun etkisiyle Babiliğe yoğun katılımlar gerçekleşir. Tabii henüz hareketti. 23 Mayıs 1844 yılından itibaren Babilik diye anılacak cemaate dönüşmüştür. Elbette bunda Zerrin Tac'ın ağırlıklı payı mevcuttu. Ona Seyiy Kazım'ın verdiği adla, Kurret'ul Ayn'ın kadın oluşundan dolayı cemaat içerisinde çekemeyenleri de vardı. Bir kadının korkusuzca öncülük etmesini kabul etmek istemiyorlardı. Bu durum hakkında Ali Mehmet Bab'a şikayette bulunmuşlardı. O vakit Makü'de bulunan Bab, müritlerin topluca okuması için cevabi mektup yollar. Toplu okunan mektupta şöyle denilmişti; "Azamet lisanın kendisine" Tahire "lakabını verdiği kimse hakkında ne diyebilirim ki!" Bu cevap üzerine artık kimsenin diyecek bir şeyi kalmamıştı. O mektuptan sonra Ahbaplar arasında Kurret'ul Ayn yerine Tahire diye tanınır olacaktı. Adı gibi pak Tahire, Babilerin çekim merkezi haline gelmişti. Bu saikten, onun izinden gidecek sayısız kadın da cemaate katılım sağlamıştı. Kitleselleşen hareketin üşünce sistematiği de kristalleşmeye doğru evriliyordu. Baştan beri, İslam alimlerinin öne sürdüğü yerleşik fikriyatı reddederken, yalnızca Kur'an'a uyulması gerektiğini öne sürüyorlardı. Aynı zamanda toplumsal çelişki ve çatışmaların ayyuka çıktığı bir coğrafyada kadın ve erkek eşitliğinin olması gerektiğinin yanısıra toplumsal adaletsizliğin oratadan kaldırılması için çalışmalar yürütmekteydiler.
            Tahire Babiliğin düşünce sistematiğinden bir kesiti şöyle ifade etmiştir: "Şeriate itaat edip etmemekte özerksiniz. Şimdilik Hak'kın vicdanınıza nakşettiği kanunları, kendinize rehber edininiz. İyi olan her şeyi yapın ve her türden kötülükten kaçınınız. Hepiniz aynı toplumun üyesi ve hepiniz kardeşsiniz kardeşlerde olduğu gibi, mallarınızı aranızda paylaştırınız." Bunun dışında kadın ve erkek arasında ayrım gayrım olmaması gerektiğini yüksek sesle dillendirirken, tüm bunların yaşama geçirilmesi yolunda, "Amel (eylem) gereklidir, amel!" diye söze kesilendi Tahire.
            Babiliğin savunduğu görüşler komünal yaşam tahayyülüyle örtüşmekteydi. Bir nevi IV. yüzyılda Sasaniler döneminde yaşamış Mazdek'in düşüncelerinin reenkarnasyonuna tekabül eden bir hareket vücuda gelmişti. Eşitlikçi sosyal bir düzenin inşa edilmesi yolunda Ahbaplarını eyleme geçiren, Babilerin ismi gibi pak olan Tahire'de somutlaşmış kanaat ve erdem, kadın ve erkeğin eşitliği üzerine şekillenmişti. Babilik, varolan tüm dinleri birbirine denk olarak kabul ederdi . Kanaatkârlıklarının nişanesi olarak her öğün de sadece bir kap yemek yerlerdi. En büyük bayramları da Newroz Bayramıydı.
            Tahire'nin ilkin Ahbaplar arasında sonra da kamusal alanda çıkarttığı peçeyle kadının yüzünün örtmesi ortadan kaldırılmıştı. Babiler de Mazdekçilikte olduğu gibi ondokuz sayısına büyük önem atfederlerdi. Bir yılı ondokuz aya, ayları da ondokuz günle sınırlandırmışlardı. Keza Mazdek'in ondokuzlardan oluşmuş meclisindeki gibi Ondokuzlar heyeti vardı Babilerin.
            Evet, Babiyye Cemaati adil bir düzenin oluşumu için mücadele ediyorlardı. O dönemde İran'da memuriyetler iltizam üzerine şekillendiğinden, mevcut sistem toplumun elinde avucunda ne varsa, onları vergi adı altında gasp eden yerel memurlardan geçilmiyordu. Bulunduğu bölgeden tayini çıkan memurlar, daha bir zenginleşme uğruna halka yapmadıkları zulüm kalmıyordu. İnsanları ekmeksiz-aşsız bırakmışlardı. Bu durumdan dolayı da toplumsal adaletsizliklere karşı farklı toplumsal kesimlerin başkaldırıları olmaktaydı. O vakit LUTİ adıyla anılan anarşizan bir örgütlenme de bunlardan biriydi. Lutiler İsfahan dolaylarında kötülük odaklarının zulmüne boyun eğmemek için çeşitli etkin eylemsellikler içerisinde olurken, yer yer yağmalamalar da yapabiliyorlardı. Babiler İsfahan'da da önemli bir kitlesellik yakaladıklarından, Lutilerle aynı fikirde oldukları ileri sürülerek türlü koğuşturmalardan geçirilmekteydiler.
            Babilerin siyasi lideri Ali Mehmet ve Tahire olmuştu. Tahire'nin bir taraftar kazanmak için gittiği kimi yerlerde sistemin Mollalarının da kışkırtmasıyla taşlanarak meskun mahallere girişi engellenmek istenmiştir. Ama hiçbir şey onu yolundan döndüremeyecekti. Aslında Babiliği Tahire'den ayrıksı düşünemeyiz. Bundan ötürü Babilikten söz açıldığında ilkin Tahire gelir akla...
            En son bir grup Ahbabıyla Kazvin'e gelir ve kendi babasının evinde kalmaya başlar. Amcası ve aynı zamanda kayınpederi Hacı Molla Taki ile kocası Molla Muhammed Tahire'nin geldiğini işittklerinde, kendisine haber göndererek, evine-çocuklarının yanına dönmesini isterler. Lakin eski Tahire yoktu artık. Tahire kaç zamandır ışıkla bir olmuştu. Bunun içindir ki tekliflerinin reddeder. Çılgına dönen Hacı Molla Taki ve oğlu, 1848 yılında Tahire'nin kafir olduğunu belirterek recm kararını çıkartırlar. Bunun yanında, o günkü Cuma hutbesinde Babilik hakkında da ağza alınmayacak şeyler söyler. Fetva kararı ve hutbede söylediklerini duyan üç Babi fedaisi sabaha karşı Cami'den evine giden Molla Taki'yi hançerleyerek öldürürler. Olay duyulduğunda Kazvin'de infiale neden olur. Alelade yakalanan üç Babiyi öldürmeden sorumlu görerek idam ederler. Tahire de Kazvin'den kaçmak zorunda kalır. Bir kez ok yaydan çıkmıştı. O esnada İran Şahı Mehmet ölerek yerine 16 yaşındaki Nasreddin tahta çıkar. Toplumsal başkaldırılar da yaygınlaşmıştı. Babilerin bir diğer etkin isimlerinden olan Molla Hüseyin de ihtilal yapılmasından yanaydı. Beraberindeki yüzlerce Ahbapıyla birlikte Mazanderan'a saldırarak orayı zapt eder. Ali Mehmet Bey ve Tahire'yi de yanına çağırır. Fakat Tahire bu isyanı erken bulduğundan katılmaz ve bunun yerine köy köy dolaşarak cemaatin güçlenmesi için taraftar kazanmayı esas alır. Toplumsal hercümerç had safhaya ulaşmıştı. Bir başka yerdeki Ali Mehmet Bap, İran Şahı'nın emriyle yakalanır. Sözde bir yargılama neticesinde Cemaatin şeyhini bir Ahbapıyla birlikte idam ederler. Bu hadisenin akabinde Babıyyelilerin isyanı daha da yaygınlık kazanır. Bu kez Tahire de Molla Hüseyin'e katılarak isyan ateşinin daha bir gür yanmasına vesile olur. Birçok kez Babilerin üzerine gönderilen askerler püskürtülür. Büyük direniş sergilenir. Seferberlik ilan eden Şahın ordusuna karşı 700 Babi Ahbap altı ay boyunca Mazanderan'daki kalede direnmeyi sürdürür. Serencamında direnişten sağ kurtulanları derdest ederler. Babilere karşı türlü işkenceler uygulanıp katliamdan geçirilme yaşanacaktı. Tutsaklar içinde Tahire de vardı. Tahire'yi görmek ve yargılamak için Tahran'a götürürler. Tüm bunlar yaşanırken, fırsat kollayan üç Babi fedasi de Nasıreddin Şah'a karşı suikast düzenlerler. Şah yaralı kurtulur. Bu suikast sonrası Babilere dönük uygulanan mezalimlikler daha da şiddetlenir.
            Babilerin ieri gelenleriyle birlikte Tahire de Şah'ın sarayında mahkemeye çıkarılır. Tahire'nin namını ve güzelliğini duyan Şehrazade ve üst düzey memurların yanısıra o esnada orada bulunan Batılı kimi diplomat ve yazarlar da salt onu görebilmek için saraya akın ederler. Şah Nasıreddin'in Tahire'nin başı dik mağrur yürüyüşü ve güzelliğinden hayran  kaldığı söylenir. Şah, Tahire'nin yazmış olduğu şiirleri beğendiğini ve türlü övgüden sonra, "Eğer tövbe eder ve Babilikten vazgeçersen affedileceksin" der. Fakat Tahire bu teklifi kesin bir dille reddeder. Derler ki, o esnada bir şiir oku Tahire:
            "Demiyorum ki semender ol
            Veya pervane ol,
            Fakat yanmak meramına düşünce
            Merdane ol!"
            Okuduğu bu şiirden kaynaklı olsa gerek, bir başka anlatıya göre; Tahran Kalesinin üstünde gür odun ateşine elleri bağlı biçimde canlı canlı itilerek yakılır. Küllerinin dört bir yana savrulduğu söylenir. Tahire ışıkla bir olan pervane misali yanarken bir ses yükselir ateş içinden: "Ah, beni yeryüzünden yükseltin ki yukarıdan dünyaya bakabileyim!" Ve o günden bu yana dünyayı seyre dalmayı sürdürür Tahire... Fakat bu anlatı ateş içinde söylediği söz dışında kabul görmemektedir. Mahkemenin ardından, yolundan dönmediğini haykıran Tahire'yi tekrardan tutsak tutulduğu Kelanterin (Komiser) evine götürürler. Kelanterin evinde kaldığı süreçte, onu merak eden ve ağırlıklı olarak kadınlardan oluşan insnalar akın akın ziyaretine gelirler. O halde bile ziyaretine gelenlere hikmet dolu sözlerle vaaz vermeyi sürdürmüştür. Özellikle de kadınlara çağrıda bulunup şöyle dile gelmiştir: "...Artık kadınları evin içinde ömür boyu mecburen mahsur ve mahpus kalma zamanı geçmiştir. Şimdi artık o eski adet ve gelenekleri, o utangaçlıkları kendimizden atarak kendi gerçek insani görevimize sarılmalıyız, ruhumuzun zayıflığı, güçsüzlükleri, korku ve çekingenliklerimizi kendimizden uzaklaştırmalıyız ve erkekler gibi çabalamalıyız. Can vererek şahadeti bir kucaklamalıyız."
            Evet, en zor koşullarda bile her türden haksızlık ve adaletsizliğe karşı olduğu gibi kadının boyunduurk altında alınmasına karşı duracaktı. Baskı rejimini yerle yeksan edecek bir amelin uygulayıcısı olarak çarşafını parçalayan direnç abidesi bir kadının nidasıdır bu söyledikleri...
            Tahire'den hayli etkilenmiş olan Şah Nasıreddin, belki kabul eder diye son bir mektup yazar. Şah bu mektubunda, mahkemede söylediğine paralel, Tahire'nin Bap'ı inkâr etmesini ve tekrardan Müslüman dinine dönmesini tavsiye eder. Eğer önerisini kabul ederse, O'na yüksek mevkiler bahşedeceğini ve saraydaki hareminin başına getirip evleneceğini iletir. Bunu okuyan Tahire, Şah'ın namesinin hemen arkasına doğaçlama birkaç mısra yazarak geri iade eder. O mısralar şöyledir:
            "Sen şarap ve güzelliklerden anlamazsın
            Abid-u zahidin peşindesin
            Neyleyim asfiyanın arı niyetini
            İnkâr eden bir kafirsin.
            Sana İskender'in mülkü haşmeti
            Bana kalenderlik yolu erkanı
            Eğer o iyiyse, sana yakışanın
            Bu eğer kötüyse bana layıktır
            Zülfün muradına sen bağlısın
            Ata, semere, süsünün peşindesin
            Ömür boyu mutlak inkârcısın
            Değil de, arınmış bineva (gariban, zavallı) bir fakir."
Cevabi şiiri okuyan Şahin başını eğerek, "Tarih böyle bir kadını bize göstermemiştir." sözünü sarf ettiğini söylerler...
            Ve Tahire gökyüzünden alemi seyre dalmadan sonra da Babiler üzerindeki sürek avı ala ziyan yöntemler uygulanarak devam ettirilir. Babi olduğu bilinen ve şüphelenilenlerin bir kısmının bedenleri bıçaklarla yarılarak, yara işlerine yanmış çıra yerleştirilip sokaklarda teşhir edilirdi. Tarifsiz işkenceler yapılırdı. Çocuk, kadın, yaşlı ayrımı yapmadan yakaladıkları tüm aile efradları kıyımdan geçirilirdi. Bebelerin cesetleri analarının ayakları altına atılması yetmezmiş gibi cesetleri yakıp sokaklarda bekletilirdi. Yanmış naaşlara it sürüleri üşüşürdü. (Ne yazık, yüzelli yıl sonra yaralı coğrafyamın dört bir yanında aynı mezalimliklerin benzeri halen yapılabilmektedir. O yüzden "anlatılan senin hikayendir!") Yaşanan ve yaşatılan tüm bu işkence, kıyım, kıran, katliam ve sürek avına rağmen yiğitçe ab-ı hayat şerbetini içmeye gidiyordu babiler. Ölüme götürülürken ilahi ve şarkılar söylüyorlardı hep bir ağızdan. Misal verecek olursak; vücudu yarılarak içine çıra yerleştirilmiş Babi ileri gelenlerinden biri türküler çığırıp, Tahire'den şiirler okuyarak atmaktan geri durmayacaktı. Düşünceleri ve inançları uğruna cesaretle ölüme yürürken tövbe etmeyerek ateşlerde yakılmış yüzlerce Özge Can küle dönerek insanlığın üzerine rahmet diye yağmışlardır.
            Hani, "Zulmün artsın ki zevalin tez olsun" diye bir deyiş var ya, kimilerinin de zevali tez olacaktı. Tahire'nin katlinden dokuz yıl sonra Tahran'da ekmek kıtlığı baş gösterir. Açlığa dayanılmadığından özellikle kadınlar bu durumu protesto etmek için Saraya doğru yürüyüşe geçerler. Onları durdurmazlık için devreye Kelanter girer. Kelanter Mahmut Han kadınları dağıtmak için aşırı şiddet uygulayınca genel halkın tepkisi de ayyuka çıkar. Kendinden korkan Şah, isyancıları yatıştırmak için halkın gözü önünde Kelanteri boğdurup cesedini önlerine attırır. Bunun dışında da iki gün içinde açlığa çözüm getireceğinin sözünü vererek kitleyi dağılmaya ikna eder. Kelanteri'in ölümü ardından evi de tarumar edilir.
            Nasıreddin Şah 50 yıl boyunca İran'da zulüm cenderesini sıkarak yönetmişti. Şah'ın ellinci yılı büyük törenlerle kutlandığı esnada. Babi Mirza Şahı kurşunlayarak cansız yere serer. Babiler nihayet ondan intikamlarını almışlardır...
            Babiliğin kurucusu Ali Mehmet Bap olmasına rağmen bir o kadar etkin olup önderlik edecek biri de Zerrin Tac veya Kurret'ul Ayn ve de en son adıyla Tahire'den bağımsız ele alamayız. (Babiliğin çıkışı Şeyh Ahmet İhsai ve Seyit Kazım olsa da düşünce sistematiği Bap ile farklı mecraya evrilmiştir) Tahire her türden özgürleşmenin sembolü haline dönüşmüştü. Bu yüzdendir ki, Babilik dendiğinde ilkin Tahire gelir akla. Şair, alim, feminist, Bilge ve Devrimci bir kadın olan Tahire yerleşik teamülleri yerle yeksan etmişti. Onurlu ve dik duruşuyla amel eylerken erkek egemen bakış açısına da başkaldırmaktan geri durmayacaktı. Mazdekçiliğin fikriyatını oluşturan komünal yaşamın tezahürünün bir başka versiyonunu çağlar sonra, 19. yüzyılda yaşar kalınmıştı. Günümüzde dahi tabu halini sürdüren peçe meselesi var. Bilinir ki, Yezdani inancına mensup Hallac-ı Mansur'un M.S. 922 yılında çarmıha gerilip, derisi yüzüldükten sonra bedenindeki uzuvlar parçalara ayrılıp yakılması ve küle dönüştürülmesi üzerine, Hallac'ın kızkardeşinin Bağdat'ta ihramını atarak karşı gelmişti yerleşik düzene ve Hallac'ın katline. Hallac'ın kızkardeşinin ihramını atması gibi Tahire de çarşafını attığında kadın ve erkekler arasında ayrım gayrım yapılamayacağını ve her iki cinsin eşit olduklarını haykırmaktan geri durmayacaktı. Bu yüzden "İlk Sömürge" olan kadınların Babiliğe katılımı yaygınlık kazanmıştı.
            Nasıl ki Babiliğin İlk Pirleri Şeyh Ahmet ve Seyit Kazım'ın ardılları Babilik diye farklılaşmış düşünce ve inanç sistematiği geliştirmişlerse, Babilikten sonra da geride kalanlar farklı bir mecraya evrilerek devrimci özünü yitiren steril bir din olan Bahailiğe dönüşecekti. Babilik çok daha farklı. Ancak Mazdekçilikle akraba olduğu belirtilir.
            Evet, mücadele ve direnişler her şart ve koşul altında sürdürülmektedir. Bugün kadın özgürleşmesinde yaşar kılınan değerler arasında Tahire'nin de mirası vardır. Tahire katledildikten sonra, Babasının evinde bulunan değerli el yazması yazı ve şiirleri, mektupları yakılarak imha edilir. İlginçtir, bugün bize ulaşan birçok yazı ve şiiri kocasının evinde korunup bize ulaşmıştır. Yine de kimi şiirleri dilden dile söylenerek hafızalarda yer edinecekti.
            Son sözü Tahire'nin bir mısrasına verelim.
            "...Hırkayı, seccadeyi atmaktayım
            Mavi billur badeyi almaktayım
            Tur dağında şaşa'a atmaktayım
            Yeri göğü, aşk ile coşturmaktayım
            Meyhane eşiği yerimdir benim."
 
***
 
            Dr. Ayhan KAVAK
            T. Tipi
            Siverek Hapishanesi, A14
            Siverek/Ş.Urfa
           
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...