Seher/ Selahattin Demirtaş

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
Seher ablalarının yoğurduğu kınayı gece yatmadan önce avuçlarına sürüp eski çoraplarını eldiven gibi ellerine taktıktan sonra girdiler yataklarına Pınar'la Kader. Biraz sonra Seher de gelip uzandı yer yatağındaki kardeşlerinin yanına. Mutluluktan uyku tutmuyordu gözlerini bayram sabahına uyanacaklar diye. Pınar, yeni elbisesini düşünmekten alamıyordu kendini.

Ona ilk defa yeni bir elbise alınmıştı, şimdiye kadar hep Kader’in küçülen elbiseleriyle yetinmek zorunda kalmıştı. Kendini yeni elbiselerin içinde düşündükçe içi içine sığmıyordu. Kader'e de yeni ayakkabı alınmıştı bayramlık niyetine. Onun hali de Pınar'dan farklı değildi. Kıkırdayıp durdular yorganın altında gece yarısına kadar. Seher ablalarının kızmalarına da aldırmadılar. Hoş, ablalarının kızmasının yalancıktan olduğunu bilmiyor değillerdi. Kıyamazdı onlara Seher ablaları. Sonunda, ikisi de bitkin düştükten sonra, ablalarına sarılıp uyudular.

Seher'in uykusunu kaçıransa başka bir şeydi. Hayri'nin pastanede buluşma teklifini kabul etmişti. Aynı konfeksiyon atölyesinde çalışıyorlardı Hayri'yle. Arife günü olması nedeniyle yarım mesai yapmışlardı. Atölye çıkışı Hayri yanına yaklaşmış, utana sıkıla buluşma teklif etmişti. Aslında nicedir bekliyordu Seher bu teklifi. Uzun zamandır atölyede gizliden gizliye bakışıp duruyorlardı. İşyerinde dedikoduları çıkmıştı bile. Hiç kimsenin gözünden kaçmazdı atölyede böyle şeyler.

Seher de evlilik çağının gelip geçtiğini düşünüyordu. Yirmi iki yaşındaydı. Evde kalma korkusunu zaman zaman hissetmeye başlamıştı artık. Onun yaşıtları on sekizine gelmeden evlendirilmiş, çoluk çocuğa karışmışlardı. Gerçi Seher'in de bir iki isteyeni olmuştu ama o istememişti. Hayriye kanı kaynamıştı işte. Uzun boyu, dalgalı saçları, kalın dudaklarıyla yakışıklı bile sayılırdı Hayri. Neredeyse sekiz aydır aynı yerde çalışıyorlardı. Aslında kendisi dört yıldır bu atölyede işçiydi. Hayri ise askerliğini bitirdikten sonra burada çalışmaya başlamıştı.

Tatlı bir telaşın evde yarattığı gürültüyle sabah erkenden uyandılar. Seher'in babası Gani, kendisinden üç yaş büyük abisi Hâdi ve on beş yaşındaki kardeşi Engin, bayram namazı için evden çıkıyorlardı. Onlar çıktıktan sonra Pınar ve Kader lavaboya koşup ellerindeki kurumuş kınayı yıkadılar. Bayram sabahının verdiği enerji dışında hiçbir şey küçücük çocukları sabahın köründe bu kadar canlı ve neşeli kılamazdı. Seher de yaktığı kınayı yıkadıktan sonra bacılarına yardım etti, iyice temizlediler kınaları, ikisinin de elleri nar gibi kızarmıştı. Minicik avuçlarını koklayıp koklayıp öptü Seher ablaları. Anneleri Sultan ise mutfağa girmiş, kahvaltı hazırlığına başlamıştı bile. Erkekler camiden döndüğünde kahvaltı hazır olmalıydı. Seher, annesine yardım için mutfağa giderken küçük afacanlar da bayramlıklarını giymek için odaya koştular. İki ayrı odada serili yer yatakları çarçabuk toplanmış, yer sofrasında kahvaltı hazırlanmıştı. Bayram günleri dışında hiçbir zaman bütün aile birlikte kahvaltı yapmazdı. Erkekler camiden dönünce önce hepsi bayramlaştılar. Sultan Ana dâhil hepsi Gani Baha'nın elini öptü önce. Babaları ise sadece Pınar ve Kader'i kucaklayıp öptükten sonra bayram harçlıklarını verdi. Sonrasında çocuklar annelerinin elini öperken Sultan Ana uzun uzun sarılıp öptü bütün çocuklarını. Kardeşler de birbirleriyle öpüşüp bayramlaştılar. Pınar ve Kader büyük abileri Hâdi'den de bayram harçlığı kopardılar. Seher de kızdığını bilmesine rağmen küçük kardeşi Engin'e sarılıp uzun uzun öptü. Normalde Engin kıyameti koparırdı ama hem bayramdı hem de sarılıp öpen Seher ablasıydı. Çok severdi ablasını, ablası da ona ayrı bir düşkündü, her zaman üzerine titrerdi. Seher cüzdanından para çıkarıp Engin'in bayram harçlığını da kendisi verdi. Engin önce almak istemedi ama ablası ısrar edince sıkıca sarılıp öptü, sonra da aldı harçlığını. Bütün aile keyifli bir sohbet eşliğinde yaptılar kahvaltılarını.

Öğlene kadar komşularla karşılıklı bayram ziyaretleri tamamlanmış, evin erkekleri ayrı ayrı çıkıp dışarı gitmişlerdi. Seher'in Hayri'yle buluşmasına üç saat vardı fakat annesine dışarı çıkacağını hâlâ söylememişti. Sultan Ana çocuklarına çok düşkündü ama Seher'in yeri ayrıydı. Seher onun sadece kızı değil, can yoldaşı, sırdaşı, dert arkadaşıydı. Sehere karşı diğer çocuklarına olmadığı kadar toleranslıydı. Bir iki tembihten sonra uğurladı kızını, nereye gittiğini sormadı ama tahmin edecek kadar tanıyordu Seher'i.

Adana Adliyesinin karşısındaki pastanede Hayri'yle buluştular. İçeri girdiğinde Hayri tek başına bir masada oturuyordu, kalktı elini sıktı Seher'in. "Hoş geldin, bayramın mübarek olsun," dedi. Seher de "Hoş bulduk, senin de mübarek olsun," diye karşılık verdi titreyen sesiyle. Heyecandan ter basmıştı Seher'i. ilk defa biriyle buluşuyor, ne yapacağını, nasıl davranacağını hiç bilmiyordu. Yıllardır evden işe, işten eve gidip gelmekten ibaretti hayatı. Atölyedeki kızlar zaman zaman anlatırlardı böyle şeyleri ama bizzat yaşamak başka bir şeydi. Neyse ki Hayri oldukça rahattı. Seher'in kalp atışları normale dönünceye kadar havadan sudan konuştu Hayri. Sonra biraz kendi ailelerinden ve geçmişlerinden konuştular. Konuştukça açıldı, rahatladı Seher. Sanki yıllardır Hayri'yle birliktelermiş gibi güvende hissetti kendini. Bunda elbette Hayri'nin payı büyüktü. Konuşmasıyla adeta büyülemişti Seher'i. Belli ki Hayri bu konularda deneyimliydi. Ama olsun, normaldi, sonuçta erkekti Hayri. Tabii ki başka kızlarla da görüşmüş olabilirdi. Önemli olan şu an kendisiyle bu kadar güzel ve etkileyici konuşuyor olmasıydı. Hayri konuşurken başını öne eğiyor, Seher de fırsattan yararlanıp iyice inceliyordu onu. İki saatin sonunda pastaneden çıkıp vedalaştıklarında Seher'in ayakları yere basmıyordu, galiba âşık olmuştu. Şakirpaşa'daki evlerine yürüyerek döndü. Yol boyunca Hayri'den başka bir şey düşünemedi.

Bazen yanaklarının kızardığını hissediyor, bazen de başı dönüyordu. Bu yasak ve gizli buluşmanın büyüsü eve yaklaştıkça yerini korkuya bıraktı. Babası ve Hâdi abisi duysa bacaklarını kırarlardı. O yüzden dikkatli olmalı, hiç kimseye bir şey fark ettirmemeliydi. Annesine bile açılmayı göze alamazdı şimdilik. Eve vardığında erkekler henüz dönmemişti. Annesi de bilerek bir şey sormadı, günü gelince anlatırdı kızı nasıl olsa.

Erkenden yatakları serdiler, Pınarla Kader günün yorgunluğundan bayılır gibi uyudular hemen. Seher de uzandı yanlarına ama saatlerce Hayri'yi düşünüp hayaller kurdu. Düğününü düşündü, gelinliğini... ev eşyalarını dizdi yerlerine, evlerinde Hayri'yle baş başa düşündü kendini, utancından yanakları al al oldu. Ne zaman uykuya daldığını fark etmedi bile.

Sabah kahvaltıda yine bütün aile bir aradaydılar. İlk günün neşesi yoktu ama yine de keyifliydi aile. Seher o kadar dikkatliydi ki biriyle buluştuğunu olur da anlarlar diye hiçbirinin yüzüne bile bakmıyordu. Sofrada birbirinin yüzüne bakamayan iki kişi daha vardı. Gani Baba ile Hâdi Abi. Dün gece Adana genelevinde karşılaşmışlar, birbirlerini görmezden gelerek geçip gitmişlerdi. Ama ikisi de birbirini gördüklerinin farkındaydı. Bu gibi durumlarda erkekler arasında yapılan zımni anlaşma gereği böyle bir şey yaşanmamış gibi davranacaklardı. Yine de kahvaltıda birbirlerinin yüzüne bakmamış, tek kelime dahi konuşmamışlardı. Bir yıldır nişanlı olan Hâdi'nin bu yaz yapılacak düğününe dair sohbetler ise iyice bunaltmıştı ikisini de.

Bayram sonrası işbaşı yaptıklarında Seher'in yüreği kıpır kıpırdı. Gün boyunca gözünü Hayri'den ayıramamış, öğlen de yemekhanede aynı masada oturmuşlardı, işyerindeki diğer erkeklere bakınca kendini şanslı hissediyordu. Çünkü en yakışıklıları, en iyi kalplileri Hayri'ydi ve Hayri bunca kızın içinden onu seçmişti. Bir peri masalının içindeymişçesine saatler geçmesin istiyordu. Akşam mesai bitince birlikte çıktılar atölyeden. Seher vedalaşmak isterken Hayri utangaç bir edayla, "Arkadaşlar arabayla beni almaya gelecekler, istersen seni de eve bırakalım," dedi. "Zahmet etmeyin," dedi Seher. "Ne zahmeti, zaten sizin oraya doğru gidiyoruz," diyerek ikna etti Seher'i. "Tamam o zaman, ama sokağın başında bıraksanız yeter," dedi Seher. Kaygısını anlamış gibi, "Tabii ki, nerede istersen orada bırakırız," dedi Hayri.

Hayri arkadaşlarıyla tanıştırmadı arabaya bindiklerinde. Sadece selamlaştılar birbirleriyle. Arabayı kullananla önde oturan arada bir fısıldaşarak konuştular. Hayri de pek konuşmadı Seher'le, nereye gideceklerini de söylemedi şoför olana. Ana caddeden Balcalı Kavşağı'na saptıklarında hava kararmıştı. Seher telaşla atıldı, "Yanlış gittiniz, ben Şakirpaşa'da oturuyorum," dedi. "Merak etme, baraj yolunda bir tur atıp hava alalım dedik, sonra eve bırakırız seni, hem biraz değişiklik olur," diyerek rahatlatmaya çalıştı Hayri. "Ama fazla geç kalmayalım, evden beklerler beni," dedi Seher, tedirgin bir şekilde.

Bir müddet gittikten sonra aniden ormanlık bir yola saptı araba. Seher'in kalp atışları hızlandı. Ormanlık alanda biraz ilerledikten sonra durdular. "İnip biraz hava alalım, orman havası iyi gelir," dedi Hayri. "Hayır, ben inmek istemiyorum, hemen eve gitmem lazım," dedi Seher, ürkmüş bir halde. Hayri kolundan sıkarak dışarı çekti Seher'i. "İnmeyeceksen ne diye bindin arabaya lan!" dedi bağırarak. Seher bu sesin Hayri'den mi yoksa diğerlerinden mi çıktığını anlamadı. Bu ses Hayri'nin sesi olamazdı. Diğer ikisi de arabadan inip geldiler yanlarına. Biri beline sarıldı Seher'in, diğeri saçlarını avuçladı. Hayri'nin de yardımıyla yere devirdiler. Biri ayaklarını, diğeri ellerini tuttu bileklerinden. Nefes alamıyordu, bağırmak istedi ama sesi çıkmıyordu boğazından. Dünya durmuştu, her şey durmuştu, bir tek Hayri hareket ediyordu.

Bir kaldırımın kenarında kendine geldiğinde önce rüyada olduğunu sandı, uyanmaya çalıştı ama uyanıktı. Üstü başı yırtılmış, bacakları kan içindeydi. "Bir araba çarptı bana galiba," diye düşündü. Öyle olmalıydı, aklına gelen şey olamazdı, araba çarpınca bayılıp kâbus gördüm herhalde, diye geçirdi içinden. Sokak çok sakindi. Küçük sanayi bölgesinde bir yerdi, tam olarak nerede olduğunu çıkaramadı. Araba seslerine, ana caddeye doğru yürüdü. Caddeye çıkınca nerede olduğunu anladı. Eve yakın bir yerdeydi. Yürümeye başladı, hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu. Kapıyı annesi açtı, açar açmaz acı bir çığlık attı, sarıldı, sonra sordu durmaksızın: "Ne oldu kızım sana? Ne oldu yavrum?" Konuşamadı Seher, sesi boğazında düğümlendi.

Evin erkekleri henüz dönmemişlerdi. Semt pazarında sebze tezgâhları vardı, sabah erken çıkar, akşam geç dönerlerdi. Banyoya götürdü annesi Seher'i. Pınar'la Kader korkulu gözlerle baktılar ablalarına. Kızının kıyafetlerini çıkarıp vücudundaki morlukları, kanları görünce gözyaşlarını tutamadı Sultan Ana. Kızının saçlarına gömdü yüzünü; ağladı, ağladı... Tas tas sıcak sular döktü kızına; gözyaşları dinmedi, karıştı suya. Gözyaşlarıyla yıkadı kızını, saçlarını tarayıp tarayıp yeniden yıkadı. Seher kendine gelir gibi oldu, yürek yakan bir feryat duyuldu, saatlerdir Seher'in boğazından çıkan bu ilk ses bütün sokağı inletti. Ana kız birbirlerine sarıldılar; olanlara, olacaklara ağladılar, ağladılar...

Seher'i kurulayıp pijamalarını giydirdi, yatağına yatırıp yorganını örttü, başucunda oturup saçlarını okşarken dualar okudu annesi. Pınarla Kader bir köşeye sinmiş halde izlediler olanları. Seher uyudu. Tatlı, huzurlu bir uykuydu, annesinin kucağındaki bebek gibiydi, yüzünde yorgunluk vardı sadece. Kızını yavaşça bırakıp kalktı annesi, küçük kızları da alıp sessizce çıktı odadan.

Biraz sonra kapı çaldı sertçe. Gelenler evin erkekleriydi. Komşular arayıp haber vermişlerdi. Kimi Seher'i kanlar içinde sokakta gördüğünü, kimi evden gelen çığlıkları anlatmıştı. Telaşla koşmuşlardı eve. "Seher'e ne oldu?" diye sordu Gani Baba. "Şimdi uyuyor, iyidir," diye geçiştirdi Sultan Ana. "Ne olmuş peki?" diye tekrar sordu baba. "Ne olmuşsa olmuş artık," dedi başını dik tutarak Sultan Ana. Baba ve Hâdi donup kaldılar, Engin ne olduğunu anlamadı. Gani Baba, Hâdi'ye dönüp ikiletmeden, "Amcalarını ara, hemen gelsinler," dedi. Sultan Ana yalvardı, "Bu saatte kimseyi aramayın, sabah ola hayrola," diye. "Bu işin hayrı şerri yok," dedi baba, "olacakla öleceğe çare yoktur," diye de ekledi. Ayaklarına kapandı Sultan Ana kocasının, "Benim yavrum günahsızdır Gani, kıyma yavruma," diye dil döktü ama en küçük bir yumuşama belirtisi göstermedi kocası.

Çok geçmedi, Seher'in aynı mahallede oturan iki büyük amcası geldi eve. Erkekler bir odaya kapanıp tartıştılar bir müddet. Sultan Ana kızının yanından ayrılmadı, saçlarını öpe koklaya, ağlayarak, sessizce oturdu başucunda. Amcalar hiçbir şey demeden çıkıp gittiler. Hâdi girdi Seher'in uyuduğu odaya, "Sen dışarı çık ana," dedi. "Çıkmam oğlum, kızımı bırakmam, nereye götürüyorsanız beni de beraber götürün," diye kararlı bir şekilde meydan okudu Sultan Ana. "Sen araya girme ana, bu senin işin değil, namus bizim namusumuzdur," dedi Hâdi. "Sizin namusunuz batsın," diye bağırdı Sultan Ana, "benim kızım günahsızdır, uzak durun kızımdan." Seher yarı baygın bir şekilde gözlerini açtı, abisiyle göz göze geldiler. İkisinin de gözleri doldu ama Hâdi yüzündeki sert ifadeyi bozmadı. Anladı Seher her şeyi, kalktı yavaşça banyoya girip giyindi. Giyindikten sonra anasının yanına döndü, vedalaşmak için abisinden izin istedi. Odadan çıktı Hâdi. Seher anasına sarıldı sıkı sıkı, ağlamaktan konuşamadılar. Pınar’la Kader de korkmuş, ağlıyorlardı. Seher küçük bacılarına defalarca sarıldı, kokladı, öptü, "Ablanızı unutmayın olur mu?" dedi. Ne olduğunu tam anlaya-masalar da kötü bir şey olduğunun farkındaydı çocuklar, inmek istemediler ablalarının kucağından. Babaları seslendi dışarıdan, "Çık dışarı, gidiyoruz!" dedi. Sultan Ana kızını arkasına sakladı, "Önce beni öldürün," dedi sertçe. Kocası bir tokada yere yıktı Sultan Anayı, "Çekil şurdan!" diyerek küfürler savurdu. Yerden kalkmadan ayaklarına atıldı kocasının, yalvardı, dövündü, paralandı, ama kâr etmedi, bana mısın demedi kocası... Seher'in yüzüne bile bakmadan eliyle kapıyı gösterdi. Başını öne eğip yürüdü Seher. Dışarıda bekleyen kamyonetlerine bindiler hep beraber. Komşuları perdelerini aralayıp sessizce izlediler Seher'in götürülüşünü.

Yol boyunca kimseden çıt çıkmadı. Seher, Engin'le birlikte arka koltukta oturuyordu, Engin'in elini sıkı sıkı tutmuş, bırakmıyordu. Engin, babasının korkusu olmasa ablasına sarılmak istiyordu. Şehir dışında boş bir arazinin kenarında durdular. Önce Seher indi, diğerlerinin inmesini bekledi. Güzel, duru yüzü ay ışığıyla aydınlanmıştı. Babaları en önde, arkasında Seher, onun da arkasında Hâdi, en arkada Engin, tek sıra halinde arazinin içlerine doğru yürüdüler. Adana'nın ayazı toprağı dondurmuştu. Sert toprağa basarken çıkardıkları sesler dışında bir şey duyulmuyordu. Babaları durdu, arkadakiler de... Döndü Gani Baba, silahını çekti belinden, Engin'e uzattı. Başı yana düştü Seher'in, ilk defa metanetini kaybetti, "Baba, sana kurban olurum Engin’ime kıymayın, o daha çocuktur baba, hapislere dayanamaz, ben kendimi öldüreyim baba, bırak ben kendimi sana kurban edeyim, sen Engin'imi bana kurban etme baba," dedi yalvararak.

Gani Baba gözyaşlarına engel olmaya çalışarak, "Al oğlum, al Engin, bu iş burada bitsin," dedi sertçe. Engin uzandı aldı babasının elindeki tabancayı; şaşkınlığı ve korkusu yüzünden okunuyordu. Hava soğuktu, Engin çocuktu, tabanca ağırdı, titriyordu eli. Hâdi Abisi "Diz çök!" dedi Seher'e, duygularını gizlemeye çalışarak. "Müsaade et, elini öpeyim baba," dedi Seher, bitkin bir halde. Elini uzattı babası, öpüp alnına götürürken 'Hakkını helal et baba," dedi. Bir eliyle gözlerini kurulamaya çalışan babası zorlukla, "Helal olsun kızım, sen de helal et," diyebildi. "Helal olsun," dedi Seher. Döndü Hâdi abisine sarıldı; helallik istedi, put gibi sessiz, hareketsiz durdu Hâdi. Engin'e sarıldı en son, silahı ye- re bırakıp ablasına sıkı sıkı sarıldı Engin de. Defalarca öptü kardeşini Seher, saçlarının kokusunu derin derin ciğerlerine çekti, bırakmadı.

Diz çöktü yere Seher, silahı yerden aldı Engin, ablasının ensesinin üstüne dayadı namluyu, namlu titredi. "Ben sana kurban olurum Engin'im," dedi Seher. "Korkma, ablası kurban, hiçbir şeyden, hiç kimseden korkma, hapiste sağlığına dikkat et," diye yüreklendirdi küçük kardeşini.

Engin gözlerini sıkıca kapadı, "Seher Ablaaaa!" diye bağırdı, sesine silahın sesi karıştı, uzaktaki kavaklardan bir karga sürüsü havalandı. Yüzükoyun yere devrildi Seher, sıcak kanı Çukurova'nın donmuş toprağına değdi, aktı buzun üstünde, elinin kınasına karıştı.

Üç erkek, akşamüstü ormanda hayallerini çaldı Seher’in.

Üç erkek, gece yarısı boş bir arazide canını aldı Seher’in.

Dipnot Yayınları Selanik Caddesi No:82/24 Kızılay/ANKARA
Tel: 0312 419 29 32
bilgi@dipnotkitap.com
www.dipnotkitap.com

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...